Futbol tüm dünyada içerisinde büyük hikayeler barındırır. Başarı, azim, rekorlar, geri dönüşler, yokluklara rağmen elde edilen zaferler, bireysel oyuncu performansları, tribün hikayeleri vardır futbolun içinde. Bu hikayeler pek çok insana da ilham verir. Bunlar da futbolun, hem sahada hem de saha dışında güzelleşmesini sağlayan ve milyarlarca insanın ilgisini üzerinde toplayan bir spor dalı olmasını sağlıyor.

Bununla birlikte büyük bir ekonomiye de dönüşüyor futbol. Yayın hakları ve iddia gelirleri sayesinde çok büyük paraların döndüğü bir sektör oldu aynı zamanda. Büyük fonlar futbol kulüplerini satın almaya başladı. Futbol, para kazanılması gereken bir yatırım aracına dönüştü. Dolayısıyla, bizim çocukken taşlardan kale yapıp, mahalle arasında oynadığımız oyunla aynı değil artık. Hal böyle olunca futbolun aktörleri sadece futbolcular, teknik ekip ve seyirciler olmaktan çıktı. Simon Kuper' in dediği gibi, ''Futbol asla sadece futbol değildir''. Bu kadar çok aktörün dahil olduğu bu ''oyunda'' herkes bir tarafından çekmeye başladı futbolu. Yayıncı kuruluşların baskısı ve iddia sayesinde yoğun maç trafiği yaşanmaya başladı. Futbolcular sürekli maç yapan makinelere dönüşmeye başladılar.
Türkiye' de Futbol
Ülkemiz de bu dönüşümden nasibini aldı doğal olarak. Ama biz her zamanki gibi vur derken öldürdük. Ortada duran büyük paralar vardı ve bu paradan herkes nasiplenmek istiyordu. Futbolcular ve teknik ekipler gibi yöneticiler, gazeteciler ve futbol yorumcuları da bunun peşindeydi. Yöneticilerin yaptığı yüksek bedelli garip transferler kulüplerin mali yapısını bozmaya başladı. Spor yorumcuları özellikle Youtube üzerinden etkileşim alabilmek için rating getirici manipülasyonlara başladılar. Futbol konuşmak yerine dedikodu yapıyor ve ithamlarda bulunuyorlar. Bunlar yalan da çıksa hiç bir şey olmadan bir sonraki hafta yeni senaryolarla ekran karşısında oluyorlar. Garip bir dokunulmazlık zırhı içerisindeler. Takım yorumcuları genelde eski futbolculardan oluşuyorlar. Takımların eski efsanelerini de tanımış oluyoruz yorumları sayesinde ve keşke onları bu kadar yakından tanımasaydık ve sahadaki halleriyle hayallerimizde kalsalardı dedirtiyorlar. Oyuncu menajerlerinin bağlantılı olduğu yorumcular, menajerlere bağlı oyuncuların ve teknik direktörlerin pazar paylarını arttırıcı yorumlar yapıyorlar. Bazı başkanlara bağlı yorumcular da var. Başkanın rakiplerine karşı neredeyse savaş açmış durumdalar. Böyle taraftarlar da var. Takımlarının şampiyon olması önemli değildi bu taraftarlar için. Kendi sevdikleri başkanın gelmesi daha önemliydi. Başkan kulüpten büyüktü onlar için. Ayrıca siyaset de işin içine dahil oldu. Hem siyaset kendi girdi futbola, hem de futbol aktörleri siyaseti futbolun içerisine çekti. Takım bulamayan teknik direktörler, kısa yoldan hakem olmak isteyenler, iş bulamayan yorumcular, seçim kazanmak isteyen, Futbol Federasyonu ile kulüplerin başkan ve yönetici adayları el birliğiyle futbolu siyasetin güdümüne soktular. Bunun sonucunda da saha sonuçlarının tek belirleyicisi sahada oynanan futbol olmamaya başladı. Tüm dünyada futbolda adaleti getirmek için devreye alınan VAR sistemi bizde sonuçları doğrudan etkilemeye başladı.
Taraftarlık
''Yensen de yenilsen de taraftarız senle'' diye tezahürat yapan taraftarlar şampiyonluklar gelmeyince öfkelenmeye başladılar. Taraftarlığını, takımının aldığı sonuçlara endekslemeyen, kulübüne gönülden bağlı '' Saf'' taraftarlar tribünlerden çekilmeye başladı. Tribünlerde yüksek bilet fiyatları yüzünden de dönüşüm başladı. Taraftarların yerini ''Seyirci'' ler almaya başladı. Bilet fiyatlarını onlar ödeyebiliyorlardı ve maçları hafta sonu etkinliği olarak görüyorlardı. Ellerinde telefon, maç izleyip takımı desteklemek yerine kimi zaman oyun oynuyorlardı. Selfie çekip sosyal medyada paylaşım yapmak onlar için çok önemliydi. Takıma katkı vermeyen bu seyirci kitlesi, sonuç istedikleri gibi gitmeyince homurdanmaya başlıyor hatta oyuncuları ıslıklamaya başlıyordu. Ama taraftarlık böyle bir şey değildi. Takım düştüğünde taraftar onu ayağa kaldırırdı. Kulüplerin gelirlerini arttırmak için uyguladıkları bilet politikası iç saha tribün gücünün kaybolmasına neden olmaya başladı. Şampiyonluğa oynayan takımlar iç sahada maç kaybetmeye başladılar. Anadolu takımlarında ise iç saha maçları boş kalmaya başladı. Dolayısıyla potansiyel küme düşme adayı oldular. Velhasıl futbolun tüm aktörlerin günü kurtarmak için yaptığı hamleler futbolun yarınını yok etmeye başladı. Dolayısıyla futbolu da.
Fair Play
Kazanmak için her yolun mubah olduğu bu futbol ikliminde sürekli pankartlarla maçlara çıkılıyor. Çeşitli mesajlar veriliyor. ''Fair Play'', '' Respect'' gibi sözcükler kullanılıyor. Rakip takımın oyuncusuna çok sert hamleler yapan, sürekli kendini yere atıp avantaj sağlamaya çalışan oyuncuya, takımı galipken topun kendisinden dışarı çıktığını söyledi diye Fair Play ödülü veriliyor. Ya da bir maçta soyunma odasına giderken hakemlere küfür edip kırmızı kart yiyen futbolcu, bir kaç hafta sonra röportajda ılımlı sözcükler söyledi diye Fair Play ödülü alıyor. Yani bu futbol ne Fair ne de Play. Belki de bu futbolu o kadar da önemsememek lazım. Sokakta oynadığımız bize yeter.